Şehrimiz hafta sonunda komşularından gelen misafirlerini ağırladı. Okulların önleri ve çevresi onlara ev sahipliği yaptı. Ağaçların gölgelerine sığınan anneler, babalar kardeşler getirdikleri sandalye ve yere serdikleri yazgılar üzerinde zamanı geçirdiler.  Derin kaygıları ve tedirginlikleri gözlerinden okunuyordu. Evlatları hayatlarını değiştirecek sınavlardaydı. Kimileri başaracak, kimileri de bir sonraki yıl yine aynı yoldan yürüyecekti. Şehrimiz yine onlara gönlünü açıp misafir edecekti. Ülkemiz gençleri her yıl adaletsiz olan üniversiteye giriş sınavı kaygılarını yaşayacaktı. Bazı yıllarda binlerce gencimizin haklarını yiyerek soruları çalarak, parayla satarak  hiç emek vermeden sınavlarda  ‘’Birden zihinleri açılıvererek’’  ‘’Başarı ‘’ sağlamışlardı.

Elli yıl önce Yüksek Öğrenim kurumlarına girmek için  iki sınav yapılırdı. Birisi Üniversite, diğeri Eğitim Enstitüleri ile ilgili. O dönemde dersane yoktu. Deneme sınavları yapılmazdı. Test çözülmezdi. Lisemizde ne gördüysek o bilgiler yeterliydi. Üniversite girişte İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Ayrıca Eğitim Enstitüsü sınavını da kazandım. Yoksulluk, parasız yatılı olan okulu seçmeme neden oldu. Okula çağrıldığımda bir sınav daha yapıldı. Ayrıca mülakat yapıldı. Heyetin elinde liste yoktu. Neden öğretmen olmak istiyosun ? Ailede öğretmen var mı ?  Ailen geçimini nasıl sağlıyor ? gibi sorular soruldu. Böylece Öğretmenlik yolum   başlamış oldu.

Şu an hem okul sayısı hem de öğrenci sayısı arttı. Çocuklarımız İlkokuldan başlayarak Lise bitimine kadar sınavlarla mücadele ediyor.  Eğitim ve öğretimin içeriği değişti. Her siyasi dönemde müfredat değişiyor. Egemen olan iktidar kendi anlayışına göre nesil yetiştirmek istiyor. Öğrenciler bir taraftan devletin, bir taraftan da geleneksel anlayışlarımız arasında sıkışıp kalıyorlar. Oysa inançların ve ideolojilerin tapusu kimsenin elinde değildir. Gençlerin bir kalıba sığmaları kolay değildir. Hatta mümkün değildir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin dallanıp budaklanmasına, serpilmelerine ve gelişmelerini sağlayacak ortamlara ihtiyacımız olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.

Her şey annemizin karnındayken başlıyor. Annemizin sevinçleri, sevgileri, acıları heyecanları ne yaşıyorsa bebeği etkiliyor. Dünyaya geldiğinde çocuğumuzun en önemli besin kaynağı sevgidir. Toplumun en kırılgan varlıkları çocuklarımızdır. Şiddetten ve korkudan arındırılmış ortamlarda  büyüyen  çocuklarımızın hayatlarının çok düzgün olduğu biliniyor. Sarılmak, bağrımıza basmak, en çok çocuklarımıza iyi gelir o an çok mutlu oldukları biliniyor. Her gün öpülen bir çocuğun mutluluğunu kolay anlayabiliriz. Hangi yaşta olursa olsun çocuğumuza kaliteli geçecek bir zaman ayırmak gerekiyor. Onlar bir çok duygunun yaratıcısıdırlar. En çokta gülmeyi onlardan öğreniriz. Çocuklarmız güneş kadar sıcaktırlar. Elleri umut doludur.

Okul çağlarına geldiklerinde öğretmenlerine ve anne babalarına daha çok görev düşmektedir. Bu dönemlerde daha çok öğüt vermekten ziyade ne yaptıklarını izlemek daha doğru olur. İsteklerimizi dayatmak onları korkak ve buyruklara  uyan bir insan olmasını sağlıyor. Daha çok boyun eğen düşündüğünü söyleyemeyen bir davranış kazanabilirler. Hedefimiz sağlam çocuklar , bilgili çocuklar, güçlü çocuklar yetiştirmek olmalı. Çocuklarımız ve gençlerimizi eleştirmekle hiçbir davranışını değiştiremeyiz. Ancak örnek olmamız onları eğitir. Öğretmenler, anne ve babalar her zaman örnek olmalıdır. Anlayışlarıyla, sevgileriyle, bakışlarıyla, giysileriyle bil cümle davranışlarıyla.

Anne ve babaların çocuklarının geleceklerinden endişe duymaları gayet doğal bir durumdur. Ne var ki onların birey olduklarını da unutmamak gerekiyor. Bilinçli, sorgulayıcı, cesur, ve en önemlisi insanları ve dünyayı anlama becerisine sahip  olan gençlerimiz başarılı olmaya aday olanlardır. O nedenle az nasihat, hatta hiç nasihat ama  çok dinleme, izleme, sabır ve örnek olma ilkelerimiz olmalı. Bir toplumun gerçek ruhunu gösteren en önemli şey o toplumun çocuklarına ve gençlerine nasıl davranıldığıyla doğrudan ilgilidir. Kişilikleri üzerinde iz bırakmak istiyorsak onları anlamamızla doğrudan ilgilidir. Tek başına yürüyecekleri yollarında acılarını, özlemlerini, doğrularını, yanlışlarını, güzelliklerini, merhametlerini, başarılarını ,başarısızlıklarını cesaretlerini izleyip anlamaya çalışmalıyız. ANLAMALIYIZ ; ANLAMALIYIZ; ANLAMALIYIZ, aksi taktirde biteriz.  Bu yolda zirvelere çıkanlar olacaktır, oluyor da bu yolda rüzgarın şiddetine dayanamayıp savrulanlar, nehrin akışına kapılıp sürüklenenler de olacaktır. Acaba sınav başarısı her şey mi ?