Baharın ortasını yaşıyorduk. Odamın penceresine yakın kavak ağaçları yapraklarının hoş  hışırtıları bana şarkı gibi geliyordu. Bir yanım güneş kadar sıcak ve aydınlıktı. Bir yanım soğuk ve karanlıktı. Gönlüm beyaz ve huzursuz bulutlarla kaplı mavi bir gökyüzü gibiydi. Annem yattığım odaya gelerek ‘’Oğlum kalk çocukları asmışlar ‘’demişti. Üzerimdeki örtünün altına girip, bacaklarımı   karnıma doğru çekerek kıvrıldım. Üzüntümden içim acıyordu ağlıyor muyum farkında değildim.  Oradan çıkmaya ayağa kalkmaya dermanım yoktu. Altı ayı aşkın zamandır tutuklu kaldığımdan o yıl okula devam edemiyordum.

Geçen yıl Bursa Ceza evinde tutuklu olan Deniz Gezmiş’e arkadaşlarımız battaniye, çarşaf ve benzeri eşyaları iletiyorlardı. Fransa’da  başlayıp Avrupa’yı yakan öğrenci gençlik  olayları her yeri sarmaktaydı. Ülkemize de ateş düşmüştü. Deniz Gezmiş ve arkadaşları bir taraftan İstanbul’da silahlı eylemleri başlatırken, bir kısmı da Nurhak dağlarına çıkmıştı. İzlenecek yol konusunda farklı düşünen Mahir Çayan ve arkadaşları da silahlı eylemlere başlamıştı. Banka soymak, adam kaçırmak , güvenlik güçleriyle çatışarak halkın bilinçlenmesi sağlanacak ve halkın katılmasını da sağlayarak bir kalkışmayla düzeni değiştireceklerine inanmışlardı.

Elbette devlet harekete geçecekti. Uzaklardaki ‘’Patron’’ her şeyi kontrol altında tutuyordu. Amaç seçilmiş hükümeti düşürmek, bahaneleri güçlüydü. Türkiye’nin o sıradaki izlediği politika işlerine gelmiyordu. O zamanki SSCB (Rusya) ile ekonomik ilişkiler çok iyi gidiyordu. Aliağa rafinerisi, İskenderun demir çelik, Bandırma sülfirik asit, Seydişehir Alüminyum, Artvin Çinko fabrikalarını para almadan sadece tarım ürünleriyle ödenmesi şartıyla yapılmışlardı.

Bu defaki darbe , bir önceki darbeden daha etkiliydi. Ordu’nun Genel kurmayı  bir muhtıra ile yasal hükümeti işten el çektirdi. Meclis dağıtılmadı. İstediklerini başbakan yaptılar. Ülke ağır şartlar altındaydı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Mahir Çayan ve arkadaşları yakalanmıştı. Dağa çıkanlar öldürülmüşlerdi. Ülkenin yazarları, aydınları, gazetecileri tutuklandı. Özgürlükler kısıtlandı. Yeni Anayasa yapıldı. Sıkıyönetim mahkemeleri emir komutaya göre yargılamalar yaptı.

 Deniz Gezmiş ve arkadaşları ölüm cezasına çarptırıldılar. Mahir Çayan ve arkadaşları  Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm cezasını geri almaları amacıyla, İstanbul da ki Askeri ceza evinden kaçtılar. Bu ceza evinden kaçabilmek çok zor bir durumdu. Kaçmayı planlayıp kaçamayan Kamil Dede kaçış zamanını ayarlayan bir plan yapmıştı. Yıllar sonra keşke bu fikrimi söylemeseydim diyecekti. Mahir ve arkadaşları bir zaman İstanbul’da gizlendikten sonra Ankara’ya geçtiler. Oradan Ordu Ünye’de bulunan İngiliz askeri üssünden üç görevliyi kaçırıp Niksar’ın Kızıldere köyüne gelmişlerdi. Muhtarın evinde İngiliz askerlerde dahil on üç kişi öldürüldüler.

Uzaklardaki  ‘’Patron’’ ve yerli işbirlikçileri açısından işler yolunda gidiyordu. Şimdi üç gencin idam edilmesinin planları yapılıyordu. Kararın meclisten geçmesi gerekiyordu. Dönemin muhalefet partisi idamlara karşıydı. Ama bir ağırlığı vardı. Meclis kararı o zaman var olan Senato’dan da geçmesi gerekiyordu. Senato’da dört kişi daha hayır derse gençlerin kurtulması mümkün olabilirdi. Ancak gençlerin idamını isteyen güçler boş durmuyordu. O sırada Jandarma Genel Komutanına yönelik bir saldırı olmuştu. Olay üzerine imza veren senatörlerde imzalarını geri almışlardı. Artık bütün umutlar kaybolmuştu.

Meclisteki oylamalarda iktidarı elinden alınan başbakan idamlarına evet diyenlerdendi. Gelmeyen arkadaşı yerine de iki elini kaldırarak oy kullanmıştı. Daha sonra hatıralarında  ‘’Bütün amacım meclisi askerlerden kurtarmaktı ‘’ ‘’Meclis hür iradesini kullanamıyor ‘’diyecekti. Yıllar sonra’’  hiçbir idam sehpasının altında ot yeşermiyor’’ diyecekti. Beş mayıs gecesi Ankara cezaevi koridorlarına zincir sesleri hakimdi. Bütün mahkumlar ayaktaydı. Zarif bir delikanlıydı, uzun boyluydu. Kimseyi öldürmemişti. Babasına kısa bir mektup yazdı ‘’Mektup elinize geçtiğinde  ben aranızdan ayrılmış olacağım. Üzülmeyin desem de üzüleceksiniz. Hayattan erken ayrılmaya hazırım. Pişman değilim.’’

İdam yolunda arkadaşlarını görmek istedi. Birbirlerine sarıldılar. Sigara içmek istedi. Tabureye kendisi çıktı. ‘’Burada ölen yalnızca bedenimdir. Düşüncelerim  yaşayacak’’ demişti.  Düşüncenin canı yaşıyordu. O günden sonra bir çok insanımız  kız olsun erkek olsun doğan çocuklarına Deniz ismi koymuşlardı. Devlet evlatlarına kıymıştı. Hayat iyileri kırıyordu. Keşke yaşasalardı hepsi de ölümüne  yurtseverdi.