Nicelik yüceltildikçe, nitel minimal yaşam daha anlamlı geliyor insana.

 Minimal yaşam, yani sade yaşam felsefesi.

Son yıllarda bu alanda bir hayli literatürün oluştuğunu da gözlemleyebiliyoruz.

Araştırmalar yapılıyor, kitaplar yayınlanıyor.

Gündeme geliyor, ilgi odağı oluyor. Çok satanlar arasında yer alıyor.

Kim bilir belki de niceliğin hakimiyetine karşı, protest bir tavırdır bu.

Yavan ve basit olmadığı sürece, “sade olan az”, çoktur deniliyor.

Kadim kültürlerden de biliyoruz bunu.

Fazlalıkları attıkça sadeleşiyoruz.

Dağcılar gibi yükseldikçe yüklerden kurtulmak, hafifletiyor insanı

Fazla yükleri ata ata kendimiz oluyor, özümüze ulaşıp özgürleşiyoruz.

Minimal yaşam konfor aramaz, mükemmel olmakla ilgilenmez.

Gerçek hayatın konfor alanının dışında olduğunu düşünür, oraya odaklanır.

Mükemmel olmak deyince “Rönesans sanatı” akılıma gelir hep.

 Herşey kusursuz ve mükemmeldir orada.

Eksik kusur göremzsiniz eserlerinde.

Mükemmelin, tamlığın peşindedirler her daim.

Oysa hemen arkasından, gelen “maniyerizim akımı” mükemmelik anlayışna tepki olarak doğmuş.

Mükemmelik aramaz onlar. Başka bir alan açarlar kendilerine. Eksik ve kusurlu olanı da yansıtırlar eserlerine.

Hasılı kelam.

Gerçekten İnsan biyolojik olarak mükemmel yaratılmış olsa da, başka yönleriyle eksik bir varlıktır, içsel dışsal birçok güdünün etkisindedir.

Bu nedenle hata, kusur, eksiklik insan olmanın bir gereğidir.

Zaten bu hakikati kabul ettiğimizden itibaren, “gelişmeye ve insan olmaya” başlıyoruz.

Bundan sebep, eksikliğimizi bilmek, hep öğrenci kalmak iyidir denilir.

“Oldum” diyen ölmüştür denilir.

Dün olduğu gibi bugün de kazaların büyük bölümünü “ben oldum diyenler” yapmıyor mu?..

 “Efendimiz acemilik” yazıp duvarlara asmalı.

Kendilerinin mükemmel insan olduğunu düşünenler de vardır elbet. Ve Çokdur da.

Bu tiplerin mevcuda bir şey ilave etmelerine de gerek yoktur.

Mükemmel olduğu iddasıyla eserlerine toz kondurmayanlar da az değildir.

Ne de olsa mükemmeldirler, eksiklikleri olamaz zira…

Zerre bir eleştiriye bile tahammül edemezler.

Düşüncelerinin mükemmel olduğunu sananlar başkalarını doğmatik olmakla suçlayabilir,

 kendilerni “omnipotans” zannedebilirler.

Bana kalırsa en zayıf noktamız kendimizi mükemmel, eksiksiz, kusursuz zannetmektir.

Hikâye bu ya…

Bir zamanlar muhteşem bir heykeltıraş varmış.

 Sanatı o kadar mükemmelmiş ki, heykelini yaptığı insanı gerçek insandan ayırmak çok zormuş. O kadar canlı, o kadar hayat dolu…

 

Bir gün rüyasında ölümünün çok yaklaştığı, kısa süre sonra öleceği söylenmiş kendisine. Bu durum onu çok korkutmuş, her insan gibi ölümden kurtulmak istemiş. Uzun uzun düşünmüş ve sonunda bir çözüm bulmuş.

 

 Kendi heykelinden tam 11 adet kopya yapmış.

 Azrail gelip içeri girdiği zaman, 11 heykel arasında durmuş, çok şaşırmış. Gözlerine inanamamış. Böyle bir şey ilk kez başına geliyormuş. Zira Tanrı hiçbir zaman iki insanı tıpatıp aynı yaratmazdı, bir fark olurdu. O hiçbir zaman seri üretim yapmaz, özgün çalışır, araya kopya kâğıdı koymazdı.

Ne olmuştu?

 12 kişi birbirinin aynısı, tıpkısı olabilir miydi?

 Kimi götürecekti?

 

Azrail Şaşkın, endişeli ve gergin bir şekilde dönmüş ve Tanrıya sormuş:

 “Tanrım, ne yaptın, 12 tane birbirinin tıpkısı insan var ve benim sadece birini getirmem gerekiyor. Nasıl seçeceğim Onu?”

 

Tanrı Azrail’in kulağına formülü fısıldamış.

 “Sanatçının kendini heykelleri arasında sakladığı odaya git ve orada bunu söyle!”

 “Peki nasıl işe yarayacak?”

“Endişe etme. Git ve bunu dene!”

 

Azrail, işe yarayacağından pek de emin olmadan gitmiş.

 Odaya girmiş ve ortaya seslenmiş:

 

“Bayım, tek bir şey dışında hepsi mükemmel. Çok başarılı bir iş çıkarmışsınız ama bir noktayı kaçırmışsınız. Bir tane hata var.”

Adam saklandığını unutmuş, hemen ortaya çıkmış.

  “Ne hatası?”

Azrail gülmüş. “Yakalandın!

Tek hatan buydu: “Mükemmellim kuruntusu”.