Bazen düşünüyorum da…

 “Bir yılı daha eskittik” desek de, biziz aslında eskiyen.

 Eskimiş olanın kendimizin değil, zamanın olduğunu düşünmek, rahatlatıyor bizi.

Yeni bir yıl, yeni bir plan, yeni bir arkadaş...

 Yeniye dair söylemlerden büyülenip durmaktayız her daim.

Yeni” sözcüğü, mutlu zamanlara yelken açacağımız sanısını uyandırıyor, heyecanlandırıyor bizi.

Böyle bir zaman var mı, gelir mi, görülür mü bilinmez. Ama düşüncesi iyi geliyor insana.

İki binli yılların başıydı…

Bu gün, anlamını bile unuttuğumuz,"milenyum” sözcüğü herkesin dilindeydi.

Yazılarda, sohbetlerde "milenyum" aşağı, milenyum yukarı.

İyimser bir hava esiyordu her yerde.

 Neler getirip, neler götüreceği konuşulup duruyordu.

Bin yılda bir gelen milenyum bile, herkesi heyecanlandırmış, uzun süre gündemi meşgul etmişti.

Başkasının ölümü en gizli mesleğidir hepimizin denir ya.

Hiç unutmam  o zamanlar, bir edebiyat sohbetinde, "vefayât" ve “biyografi” geleneğinden aklıma gelmiş olmalı ki "öleceğimiz yüz yıla girdik” arkadaşlar, dediğimi hatırlıyorum.

 Yalan da değil aslında. Yirmi birinci yüz yıl çoğumuzun içinde öleceği bir yüz yıl olacak.

Kim bilir, nerde, ne zaman, kaç yaşında bilinmez.

Nazım’ın da dediği gibi, ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü.

 Bence ölümü en güzel anlatan kış manzaralarıdır.

Nedendir bilmem, “ölüm-kış dualitesi” hep anlamlı ve derinlikli gelmiştir bana.

Ne bileyim, yeniden doğmak için fazlalıklarını atan doğanın bize ölüymüş gibi gelmesinden midir?

 "kış" ve “ölüm"ün hepimizi eşitlemesinden mi?

  Her şeyini bırakır gider insan. Ne zalim ne de mazlum, bir şey götürebilir bu küçük gezegenden.

Eşitler hepimizi.

Kış da öyle değil mi?

Hatlar kopar, internetler çalışmazsa nice olur herkesin hali?

“Ölüm” de “kış” da ekspedisyonların çadır sökümü sanki…

 Öleceğimiz asra girdik de umrumuzda mı?

Egolarımız hâla Himalaya, bir tabure kapanın bile ayağı yere değimiyor, vicdanlar dilsiz, yalancılık ağızda yuva, yüzler kızarmıyor.

Diyojenin fenerini çoktan müzeye kaldırdık.

Aşklar da bakım ister, öğrenemidin gitti, demişti şair.

Sadece aşklar mı?

Komple “bakım” gerek.

En iyisi dilimizden başlamalı önce, birbirimize kurşun gibi kullandığımız dilimizden…

O düzelirse her şey düzelir. Temizse her şey temiz, tatlıysa her şey tatlı olur.

Bırakın nefret sözcükleri kullanmayı, kalp kıracak bir heceden bile arındırmalı onu.

Yıkayıp, durulayıp, güneşlendirip havalandırarak, kirlerinden, paslarından, arındırıp muhatabımızın kalbinde yeşerecek bir tohum haline gelene kadar bakımını yapmalıyız dilimizin.

Hasılı kelam.

Sağ olan, yakında yeni yıla girecek.

Dil bakımı” için bir Aralık kendimizden acil randevu istesek fena olmayacak.

Takvimler inceldikce inceliyor…