Henüz on dört yaşındaydı. Bosnalı babası İzmir’de tüccarlık yapıyorken hayata veda etmişti. Avusturyalı anne varlıklarını kaybetmişti. Güzel ve şık bir kadındı. Kızıl saçları ve yeşil gözleri çok yakışıyordu. Annesinin Tarihe ilgisi nedeniyle okuduğu dergileri  okuma fırsatı bulmuştu. Macarca, Almanca, İngilizce, Fransızca biliyordu. Otuzlu yılların Türkiye’sinde neler olduğunu anlamak için  kafelerde  gördüğü farklı dillerdeki tarih dergilerini de izliyordu. Tren istasyonunda bekleyen anne ve ablasına tarif edemediği duygularıyla bakıyordu. Annesiyle Viyana caddelerinde gezerken vitrinlere uzun uzun bakarlardı. Anne ‘’Burada hangi giysiyi beğendin ?  anlat bakalım’’ diye sorardı. Başka bir yerde ‘’Burada hangi eşyayı beğendin ?  diye sorup nedenini anlatmasını isterdi.  Dünya tarihi ve o dönemin siyasi liderleriyle ilgili bilgilerini arttırırken bir yandan da sanat ve edebiyat alnından da haberdar oluyordu. Dostoyeviski’ nin Suç ve Ceza romanını o zaman okumuştu. Yolculuğu önce İstanbul oradan da İzmir’e olacaktı. Prag Türkiye büyük elçisi durumu anlamıştı. Her türlü kolaylığı sağladı ve bir mektup verdi. İstanbul’a vardığında kendini karşılayan güvenlik görevlisine verecekti.

Nihayet tren hareket etti. El sallayarak vedalaştılar. Annesini son görüşü olduğunu o anda bilmesi mümkün değildi. Ablasıyla da yirmi yıl sonra karşılaşacaklardı. Türkçe bilmiyordu.  Çok zor bir yolu tercih ettiğini zamanla anlayacaktı. İzmir’e vardığında amcasını kolay buldu. Amcası tanınan bir insandı. İsmini söyler söylemez  evine ulaştırdılar. Ne var ki bu davetsiz misafir evde o geceden başlayan bir huzursuzluk yarattı. Yenge ortalığı kırıp döktü. Amca O’nu halasının evine götürdü. Burada bir öğrenciye Almanca öğretirken kendisi de Türkçe öğrendi.

Erken kaybedilen baba, sevgi gösteremeyen bir anne, kendisiyle hiç ilgilenmeyen bir amca, evinde kalmasını hiç istemeyen bir yenge, ekonomik durumları zayıf olan halanın yanında kimsesi olmayan, evi barkı olmayan, bir çocuk ve sahipsiz bir gençlik yaşadı. Bu yolu kendisi seçti. Çocuk yaşta dilini dahi bilmediği ülkesini seçti.

İzmir Kız Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydoldu. Okulu bitirdikten sonra gazetecilik, avukatlık Üniversitelerde hocalık yaptı.

Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerinden,  ilk kadın siyaset bilimcisi.

Siyasal Bilgiler Fakültesinin ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti, ilk kadın profesörü , ilk kadın kürsü kurucusu.

Türkiye’nin ilk gazetecilik okulu, ilk kadın kurucusu ve Basın Yayın Yüksek okulu kurucusu ve ilk kadın müdürü.

Türkiye’nin ‘’Uluslararası  göç’’ konusundaki en önemli ismi.

Türkiye’nin’’ kadın hakları’’ konusundaki en güçlü isimlerinden.

Ankara Siyasal Bilgiler fakültesinden emekli olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi uluslararası ilişkiler fakültesinde öğretim görevlisi oldu. Onunla ilgili Ahmet Taner Kışlalı ‘’Bazen küçük bir hayat hikayesi ,binlerce kitaptan çok daha fazla şey anlatır’’ demişti. Nermin Abadan Unat’ı anlatmaya çalıştım. Halen yüz üç yaşında. Örnek  bir mücadele insanı. Örnek bir aydın insanın hikayesi. Hiç yılmayan. Hiç boyun eğmeyen, hiç ödün vermeyen……