Doğum ve yaşam gibi ölüm de hayatımızın bir parçasıdır. Yakınlarımızdan birini kaybettiğimizde anladığımız şey hayatın gerçeğidir aslında.
    Hüzünle sarmaşık gibi dolanmış mezarlığın verdiği ürpertiyi ve çaresiz iç sızısını hiç yakınını kaybetmemiş olanlar bile hissedebilir. İşte bu yüzden ebedi mekanımız olan bu yerlerin yanından geçerken içimizi bir korku salar, yakınında dahi ikamet etmek istemeyiz. Oysaki oradakilerin hiç kimseye zararı yoktur. Onlar da bizim gibi geldiler ve sıraları gelince gittiler…
    Kelebeğin ömrü kadar kısa olan bu hayatta hiç bize sıra gelmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Fakat ölüm çat kapı gelip, her şeyi altüst edebiliyor. Ardında hayaller, yarım kalmış yaşam ve yarım kalmış insanlar bırakıp gidiyor. Gidenin kim bilir ne hayalleri vardı, neleri yarım bıraktı. 
     Giden bir kere kalan bin kere ölüyor. Ölümlerin en acısı da ani ve genç ölümlerdir.
     Genç ölümü ne acı veriyor insana. Yüreğine bir hançer gibi saplanıyor ve bir ömür boyunca orada kalıyor. Tüm hücrelerin yanıyor alev alev; tüm nehirlerin sularında yıksalar da yaranın verdiği sızı dinmeyecek gibi hissediyor insan.
      Mezarlıklar acıyla buluşma yeri olur yakınlarını her kaybettiğinde. Bir kere randevu yerine gitmeye gör, artık yoktur kurtuluşun acıyı tadarsın en derininde. Gitmeden de yapamaz ki insan; sevdiği, canının parçası orada yatıyor. nasıl gitmesin?
      Mezarlığa ayak bastığın anda içindeki fırtına adeta bir hortuma dönüşüverir oracıkta. Kalp sızın için için kanayan bir yara gibidir. Birileri durumu hafifletmek için bir şeyler söylese de yüreğindeki kıvılcım sönmek bilmeyen kor alevlere dönüşür. Gitmek mi zordur yoksa kalmak mı bilemeyiz o an. Sadece gidenin gençliğine yanarız.  
      Yakınımızı kaybettiğimizde düştüğümüz boşluktan bir ömür boyu düzlüğe çıkamayız. Fazlasıyla zordur bu acı ile baş etmek ve bu acıyı katlatmak.
‘’Neden benim başıma geldi? Çok gençti, yapacak çok şeyleri vardı. Ölüm bizi niye erken buldu?..’’ 
    Aklında deli sorularla düştüğün boşlukta dolanırsın yıllarca. Uzun süre kabullenemezsin; yokluğun açtığı yara yanardağ gibidir içten içe kanar durursun. Acı öyle baskındır ki insanın aklı başında düşünmesine fırsat vermez. Oysaki ‘’Her nefis ölümü tadacaktır.’’ Sözünü bilmemize rağmen yakınlarımızdan biri bu dünyadan göç ettiğinde bu sözü unutup, sonbaharda oradan oraya savrulan yapraklar gibi savruluveririz etrafa. 
Ah! ölüm ah! 
için için yanan, yandıkça kanayan, kanadıkça kabuk bağlayan dokunulduğunda ise yeniden kanayan içinden çıkılmaz girdap gibisin. Ne beter şeysin!
 Tarifi imkansız ve acıların en büyüğü bu içinden çıkılmaz girdap elbet bir gün bizim ve yakınlarımızın da başına gelecek. Ne kadar zor olsa da yaramıza tuz basıp yaşamaya devam etmemiz gerektiği gerçeğiyse hayatın ölüm gibi bir diğer acı gerçeğidir. Ölüm geride bıraktığı her şeyi mahveden, yaşamın her türlü duruma rağmen akışına devam ettiğini bize hatırlatan adeta bir güç sınavıdır.
     Güzel kalpli arkadaşımı benden almasından kaynaklı son dönemde hayatımı fazlasıyla sarmalamış, göz yaşlarımı akıtmış ve yüreğimi paramparça etmiş ölüm acısının yüreklere hiç uğramaması dileğimle…
Genç yaşta kaybettiğim kıymetli arkadaşım anısına.
Nurlar içinde uyu, ışıklar yoldaşın olsun.